28 Aralık 2021 Salı

Fatih TEKKE Trabzonspor

 

Futbol geleceği üzerine hiç hayal kurmasa da o henüz ilkokul yıllarında haşır neşir olduğu futbol topunun peşinde uzun yıllar gideceğinden haber- sizdi belki de… O kendi ifadesiyle kaybetmekten hiç hoşlanmayan birisi. Hayata bakış açısında da çok farklı bir isim Fatih Tekke. Zira Fatih Tekke, “Biz bu forma ile beraber sadece gol atıp gol ye- memeye çalışmıyoruz. Her anlamda bir mücadele veriliyor.” sözleriyle hayata bakış açısını özetli- yor. Bir Trabzonlunun Trabzonspor forması giymesinin ise sorumluluğunun her zaman daha ağır olduğunu anlatırken
kendi yaşantısından da örnekler veriyor. Ve Trabzonspor forması altında,
rakip kim olursa olsun atılan her golün anlamlı olduğunu yaşayarak hisseden bir isim Fatih Tekke…
Zaman zaman kırılganlıkların, hayal kırıklıklarının yaşandığı, belki
çok uzun olmasa da git- gellerin fazla olduğu bir futbol yaşantısının öyküsü Fatih Tekke’ninki…
Tıpkı kendisinin de ifade ettiği gibi, Trabzon’dan çokça yürekli ve
iyi insanlar çıktı, çıkmaya da devam edecek. Biz o yürekli, iyi insanlardan birisi olan Fatih Tekke ile röportajımızla sizleri baş başa bırakalım.
Sayın Tekke, öncelikle bize kendinizi tanıtır mısınız? Fatih
Tekke kimdir?
09.09.1977 doğumluyum. Ancak annem asıl doğum tarihimin 27
Temmuz olduğunu söylüyor. Köprübaşı ilçesi Çifteköprü Köyü’ndenim.
Belki de yaklaşık 10 metrekare olan ahırın üstündeki bir evin odasında
dünyaya geldim. Babam Ahmet Tekke makine mühendisi ve Beşirli’de
Bayındırlık’ta görev yapıyordu. Annem de ev hanımı. Çifteköprü’de dünyaya geldim ve yaklaşık 9 yaşında Trabzon’a geldik. İlkokula köyde baş-
ladım ve 3. sınıfta Trabzon’a gelip 24 Şubat İlkokulunda devam ettim.
Sonrasında Cumhuriyet Ortaokulu ve Trabzon Lisesinde okudum. Ondan
sonra da Fatih Eğitim Fakültesi…
Futbolla yolunuz nasıl kesişti?
İlk olarak köyde başladık tabii ki. Düzlük yer bulduğumuz yerde top
oynardık. Araba yolu yapıldıktan sora düz yerler daha fazla olurdu ve
oralarda oynardık. Muhammet amcam vardı. Onlar bazen saha olduğu
için Sürmene’ye futbol oynamaya giderdi. O zamanlar doğru dürüst araba
da para da yoktu. Oraya inmek ve onları seyretmek sanki Trabzonspor
maçını izlemek gibi inanılmaz bir şeydi bizim için. O zamanlar biz de oynuyorduk. İyi oynadığım belliydi ama hani geleceğiz de öyle olacak,
böyle olacak gibi bir şey yoktu. Hiç futbol geleceği üzerine hayal kurma

Avni Aker Anıları
147
dım. Trabzon’a gelince Bayındırlık lojmanlarının olduğu alanda çok güzel
bir sahamız vardı. İnanılmaz güzel bir lojmandı. Bir gün orada top oynarken yan mahalleden Ali Yıldız Hoca vardı. Ali Hoca o zaman PTT Spor’un
hocasıydı. Bizi izleyince, “Gel bizim takıma yazıl.” dedi. Abilerim de
gidip yazılmıştı zaten. Ben de “Tamam.” dedim. Sonrasında 9 yaşında gittik ve serüven öyle başladı. Sonrasında belli bir yaş grubunda oynamaya
başladıktan sonra Trabzon’da insanlar “Bu çocuktan bir şeyler olur!” demeye başladı. O dönemlerde çok yakın arkadaşım rahmetli Mustafa Şen
vardı, bizim için, “Büyük futbolcu olacaklar.” deniyordu. Benim oynadı-
ğım futbol ve ortaya koyduğum performans ile o çocuk yaştaki Fatih’in
alakası yoktu. Bunu öncelikle söyleyeyim. Çünkü o zamanlar Maradona
gibi bir çocuk vardı ve o zamanlar serbest orta saha oynuyordum.

Faruk Özak ın maçlara çıkarken uğuru neydi ?

 

7 veya 6 numara forma numarasıyla sahaya çıkardım. Ben bir şeyler
okur sağ ayağımla çıkardım sahaya. Maça stresli çıktıktan sonra orada açı-
lırdık. Sahada dua ederdik. Gece kampa giderdik, evde kaldığımız zaman
bile beni kimse rahatsız edemezdi. Çünkü öyle bir havaya girerdik ki,
sanki dünyanın sonu. Trabzon bizi imtihana sokuyor, bizim de başarılı olmamız lazım. Çünkü bu şehre ait sorumluluklarımız var. Ona göre yaşardık. Takımda kaptanlık ve abilik yapardık. Mesela Kadir ve arkadaşları
bayramda elimi öperlerdi. O kadar severlerdi bizi. Çoğuna yol göstermeye
çalışırdık. Mesela Bekir Barçın’ı belediyede işe koymuştuk. Rahmetli Belediye Başkanımız Sefer Özgür bizi hiç kırmamıştır. Kaptan olarak gidip
Bekir’i işe koyabilmiştim, o kadar ki saygınlığımız vardı. Hakemler bize,
‘bey’ diye hitap ederdi. Bazen hakemlerle maçlarda yorum yapardık. Tabi
ki o dönem hakemler yine İstanbul takımlarını tutardı. Haksızlık o dö-
nemde de vardı. Ama mücadele etmeyi bileceksin. Hakem bilerek de bilmeyerek de hata yapabilir. Bizim dönemimizde de bilerek yapan da
bilmeyerek yapan da oldu. Ama bizim hakemlerle diyaloğumuz hep abikardeş gibiydi. Federasyonlarda çok etkili olduk. Şenes Erzik Federasyonunda mesela başkan yardımcısı Özkan Sümer oldu. Süheyl yönetime
girdi. Özellikle biz bu havuz sisteminde çok başarılı olduk. Örnek olmaya
çalıştık.

Şampiyonluk Ruhu

 Trabzonspor şampiyonluk ruhu

Onun için Avni Akerlerin, Hayri Gür’lerin, Ahmet Suat’ların, Dedeo-
ğullar’ın, Ali Osman Ulusoy’ların, Kundupoğulları ve diğer değerli idarecilerimizin anlayışını getirip devam ettirecek insanlara ihtiyacımız var.
Modernize ederek tabi. O dönemin insanı o kadar yaptı. Salih Erdem fındık
kabuğu sattı bize para verdi. Sinema salonlarından 25 kuruş alıp öyle yönetirdik kulübü biz. Biz şampiyon olup prim isteyemeyen bir nesiliz. Trabzonspor’un 1973-74 şampiyonluğu milattır, efsane başlamıştır o sezon.
Avni Aker’e giderken sanki eve gitmemizden daha heyecanla, çocukları-
mızla, anamızla, babamızla kavuşmamızdan daha büyük heyecanla gider,
orada terimizin son damlasına kadar çalışırdık. O toprak sahada çalıştıktan
sonra da çıkar eve dolmuşla giderdik. Çünkü hiçbirimizin arabası yoktu.
Sadece Ahmet Suat Hocamızın bir Vosvos arabası vardı. Karşıda da Fevzi
Hoca bize tükürük köftesi satardı. Evet 1974’te durum buydu, böyle geldik,
böyle gittik. Saç kurutma makinamız yoktu. Şimdi gelinen noktaya bakın.
Mesela bir yerinden sakatlandın İstanbul’a gideceksin. Saha kenarında bı-
rakın ambulansı doktorun yoktu. Buradan Magirus arabayla deplasmana giderdik. Uçak 1975’de başlamıştı. Ayakkabılarımız Dinyakos ayakkabıydı.
Sonra yavaş yavaş Adidas gelmeye başladı. Bir tane Adidas ayakkabı giydiğimi hatırlıyorum. Şimdi onlarca eşofman, yüzlerce forma, onlarca ayakkabı var. Olsun…Elbette kalite de olsun. Ve başarılar da gelsin. Burada
medyaya da büyük görev düşüyor. Medyanın doğruları yazması lazım ama
geçmişi de iyi bilmesi lazım. “Trabzonspor öze dönsün, altyapıya dönülsün” deniyor yine. Nasıl dönecek, bunun için bir çalıştay lazım ve o yapılmalı. Siz geldiniz bütün kalıpları değiştiniz, oyuncu alıp sattınız. Ben
geldiğimde Ahmet Suat Hocayla teknik danışmanlığı getirmiştim. Teknik

Avni Aker Anıları
141
danışmanlık kalsaydı Trabzonspor’un alınan-satılan ve değişen oyuncularını hep o yapacaktı. Arsen Wenger ne yaptı, Manchester United’in eski hocası Ferguson ne yaptı? Biz de bunu devam ettirseydik çok daha farklı
olurdu.
Avni Aker ruhu dediğim bu ruh doğrudur. Değerli insanlar gelsin kulübü yönetsin. Her insan değerli insandır ama her insan iyi yönetici olamaz.
İyi yönetici olmanın özellikleri farklıdır. Trabzonspor ne zaman başarılı
oldu, ne zaman yerin dibine girdi bakıldığında anlaşılacaktır ki; aradaki
fark kaliteli yönetici farkıdır.
Avni Aker’de en çok üzüldüğünüz ve sevindiğiniz maçlar hangileri
olmuştu?
En çok sevindiğim dönem, burada (Trabzon’da) Sakaryaspor’u yenerek Türkiye Ligine çıktığımız dönem. Ve son maçlara doğru şampiyonluğumuzu ilan ettik. En çok üzüldüğüm dönem de 1996 yılındaki Fenerbahçe
maçıydı. Çok iyi bir takımımız vardı. Fenerbahçe ile bir defa berabere kalabilsek şampiyonduk. O maçtan sonra taşlandık biz. Ama hangi takım taş-
landı? Borcu olmayan 13 milli oyuncusu olan, 82 puanı olan, gol kralı
çıkaran, 80 gol atan bir takım taşlandı. Buna da iyi bakmak lazım. Ve biz
devreyi 42 puanla bitirmiştik. Elimizden geleni yaptık. Şenol Güneş çok
eleştirildi. Şenol Güneş’in Türkiye’nin en iyi hocası olduğunu o zaman da
söyledim. 25 sene sonra anladık Şenol Güneş’in Türkiye’nin en iyi hoca olduğunu. Demek ki değerlerimize sahip çıkmak gerekiyor. Niye Şenol
Güneş burada yok. 20 yıldır Wenger gibi, Ferguson gibi. İki senede 8 tane
antrenör değişir hale geldi kulüp. Kendi değerini bilmezsen kafayı duvara
vurursun. Öyle sosyal medyadan laf atmak, çoluk-çocukları yönlendirmekle bu iş olmuyor. Önce insan kendi karnesini çıkarıp gösterecek. Biz
karnemizi çıkardık. 3 milyon dolar para, 13 milli oyuncu, tesisler, Milli Takıma katkı ve 82 puan. Sen bunu alıp da bir yukarı çıkarırken kulübü batırı-
yorsun ondan sonra hala daha, “Ben yöneticiyim” veya “Yöneticilik
yapacağım” diyorsun. Burada hatır-gönülle olmaz, eğer bunu yapmazsak
Trabzonspor’u kötü günler bekler.

27 Aralık 2021 Pazartesi

Trabzonsporun sampiyonluk yılları

 

Avni Aker’e dair neler hatırlıyorsunuz o dönem?
O dönemde Avni Aker’e bir açık tribün yapılmıştı. Daha sonra 1980’li
yıllarda karşı taraf yükseltildi. Avni Aker’de sadece maç değil antrenman
da yapardık. Çim de değildi orası. Orası bizim çok derdimizi çekti, çok
büyük oyuncular çıktı oradan, çok büyük maçlar oynandı orada. İlk ya
bancı oyuncu Romen Koska 1969 veya 1970 yılında Trabzon’a geldi.
İkinci ligde iken Fenerbahçe ile bir kupa maçımız vardı. İlk maçta
Trabzon’da berabere kaldık, İstanbul’da bizi 3-2 yendiler. İnsanlar, ‘Bu
nasıl bir takım’ diye şaşırdılar. Didi bile hayret etmişti. Gazeteler, ‘Bu takı-
mın 2.Ligde işi ne?’ diye yazmıştı. Sonra çok maçlar, büyük maçlar kazandık. Milli Takım’a çok katkımız oldu. 1976 yılından sonra Avrupa
Kupaları başladı. Avni Aker bizim ikinci evimizdi. Avni Aker’deki o dönemin şartları kırık-dökük soyunma odaları bizim için olumsuzluk yaratmı-
yordu. Isınmak için yerin yok, masör için odan yok, zaman zaman su
akar-akmaz ama bizim içimizdeki o inanç hiçbir zaman aşağılara gitmedi.
Tabi sonrasında çok farklı bir durum yaşandı. Avni Aker’de iyileştirmeler
yapıldı, büyütüldü… Çim saha, skorbordunun yapılması, ışıklandırması ve
ses düzenini yapmak da bakan olarak bize nasip oldu, arkadaki tribünü
yapmak bize nasip oldu. Akyazı’daki stadın protokolünü yapmayı da Allah
bize nasip etti. Onun için bizim hatıralarımız fazla.
Hatta 40 bin kişilik stadı yazarken Tayyip Bey bize, “Faruk Bey, niye
40 bin, Mersin 25 bin, Antep 25 bin, Malatya 25 bin” diye sormuştu. Ben
de Trabzon’un futbol şehri olduğunu söyledim. ‘Yine Trabzonluluk yapı-
yorsun’ diye şaka yollu sitem etti. Ama sağolsun Akyazı’daki stadın açılı-
şına kendisi de geldi ve kapasiteyi de 41 bin 61’e çıkardı.
Hüseyin Avni Aker’e Allah’tan rahmet diliyoruz. Gerçekten önemli
hizmetler yapmış.
Rahmetli Hüseyin Avni Aker ve Hayri Gür’lere çok ihtiyacımız var.
Hayri Bey’in çocuğu da yoktu, inanıyorum ki işi-gücü Trabzon gençliği
idi, Türk gençliği idi. Hüseyin Avni Aker’de anlatılanlardan öğrendiğimiz
kadarıyla öyleydi.
Avni Aker Stadı büyük başarıların, zaferlerin yaşandığı, insanların
coşkuyla, heyecanla geldiği, mutlu olarak geri döndüğü, az sayıda üzüntü
ile geri döndüğü stadyum olarak hepimizin kalbinde kendisine çok sağlam
bir yer edinmiştir.
O RUHU YAKALAMAK LAZIM
Avni Aker’deki ruhu yakalamak lazım. Çok iyi elbiseniz olur, kravatı-
nız, ayakkabınız olur ama sizin enerjiniz, ruhunuz yoktur, hevesiniz yoktur. Bir de elbiseniz olmaz ama sizin ruhunuz, amacınız vardır.
1973-74’deki ruhu yakalatabilirsek Avni Aker Stadında olmasa bile o ruhu
yakalarsanız hiçbir şey değişmez. Önemli olan Avni Aker’lere layık bir
kulüp ve takım olabilmektir. Yoksa stadyumun orada kalması, orada yine
sizin futbol oynamanız önemli olabilir. Ama esas önemli olan o insanlara
layık anlayışta, ruhta, azimde, kararlılıkta sporcuların bir araya geleceği bir
kulüp oluşturmak. Bu da yönetimlerle olabiliyor. Ve fikri bilinçle, fikirle
olabiliyor. Trabzonspor’u bilmeyen, Trabzonspor’un geçmişini bilmeyen
insanların Trabzonspor’u yönettiğinde kulübün ne hale geldiğine şahit
olduk.


Faruk Nafiz Özak ve Trabzon

 

Türkiye’nin neresine giderseniz gidin Faruk Nafiz Özak isminin geçtiği her yerde, saygıyla, sevgiyle ve herkese ve her kesime verdiği des- tekle konuşulur, anlatılır o. Faruk Nafiz Özak Trabzon’a ve Türkiye’ye siyaset aracılığıyla hizmet ettiği dönemlerde hep ilklere imza atmış, ismini o şekilde hafızalara kazımıştır. Spor denince sadece Trabzonspor değil, sporun bütün branşlarına verdiği destekle de her zaman takdire şayan bir isim olarak öne çıkmıştır. Henüz ilkokul sıralarındayken futbolla tanışan Faruk Nafiz Özak,
Trabzonspor’la yolunun belki futbolcu olarak kesişebileceğini düşünebilirdi… Ancak ya futboldan sonrası… Asbaşkanlık, başkanlık ve sonrasında her zaman yine Trabzonspor’a amade, Trabzonspor’un hizmetinde
olmaya gayret etti, öyle de oldu. Trabzonspor’un hep yanında, yakınında
oldu. Başı her sıkıştığında önderlik yaparak çabaladı…
Onun da Avni Aker’le çokça anısı, çokça yaşadığı olmuştur elbette.
Ve onlar Avni Aker’de sadece maç değil antrenman da yapıyordu. Üstelik
de çim olmadığı dönemde. ‘Orası bizim çok derdimizi çekti’ sözleriyle de
Avni Aker’e kendilerini sanki yük olarak gördüklerini hissettiriyor Özak.
Tıpkı diğer birçok futbolcu gibi Avni Aker’i, “İkinci evimiz” sözleriyle nitelendiren Özak, o dönemi tasvir ederken, “Avni Aker’deki o dö-
nemin şartları kırık-dökük soyunma odaları bizim için olumsuzluk
yaratmıyordu. Isınmak için yerin yok, masör için odan yok, zaman zaman
su akar-akmaz ama bizim içimizdeki o inanç hiçbir zaman aşağılara gitmedi” sözleri ile de aslında başarının, huzurun ve mutluluğun tasvirini
yapıyordu.
Şimdi Trabzon’un bu değerli şahsiyeti ile yaptığımız doyumsuz rö-
portajı birlikte okuyarak geçmişe farklı bir pencereden bakarken, gelecek
adına da önemli mesajları birlikte dinleyelim…
Bize kendinizi, ailenizi ve o dönemin Trabzon’unu anlatır mısınız?
Trabzon’da Boztepe Mahallesi’ne kayıtlı bir ailenin çocuğu olarak
Hacıkasım’da dünyaya geldim. Babam Boztepe Tavanlı Camii imamı hatibi Halil İbrahim Efendi’nin oğlu olarak annemle o evde evlenmişler.
Yani orası imam evi. Daha evvel esas dedem 50 yıl orada imamlık yapmış. Dedemin babası da orada imamlık yapmış.
Ailemizin esas geliş yeri sanırım Maçka Galyan, (Bunu bana amcam
söylemişti) Ailemiz daha sonra Hacıkasım’a yerleşmişler. Babam Kur’an-
ı Kerim öğretmeni 1969-1972 yılları arasında Hocaların hocası Hafız
Haydar, annem de hafız, Karanisler’in kızı. Biz küçük biraderle Hacıkasım’da dünyaya geldik.
Ben İlkokulu Kurtuluş’ta okudum. Kurtuluş İlkokulu Ziya Bey sahasına çok yakındı. Belki de ondan dolayı oraya giderdik. Hatta annem top

oynamamı istemez, okumamı isterdi. Biz orada hem okuduk hem oynayabildik. İlkokul bitti, ortaokulda 12 yaşında oynamaya başladık. Trabzon Lisesi’nde iken sabah gidiyor, öğlede kalıyorduk, öğleden sonra okuyup
geliyorduk. Cumartesi-Pazar günleri de gidip oynuyorduk. Hem iyi okuduk hem de oynayabildik. Ama lise sona kadar tabi ki genç takım olayı
biraz kesildi. Liseden sonra ben ODTÜ’yü kazanmıştım. Ankara’ya gittim
ama futbol aşkı nedeniyle tekrar Trabzon’a dönüp KTÜ’de okudum. İdmanocağı ve Trabzonspor maceramız da öyle başladı.
Memur bir ailenin çocuğuyduk ve o dönemin yokluklarına rağmen annebabamız bize bunu hissettirmedi ve hepimiz okuduk. Abim İngilizce öğretmeni, ben inşaat mühendisi, biraderim öğretmen ve ablamız da
ortaokuldan sonra kız sanat okuluna gitti. İyi bir terzi oldu. Biz çok tanınan
ve sevilen ailenin çocukları olarak büyüdük. Herkes anne ve babama çok
sevgi saygı gösterirdi. Babam Karadeniz Bölgesi’nde Kur’an-ı Kerim öğ-
reticisi olarak herkesin saygı duyduğu bir insandı. Zaman zaman onunla
Erzurum, Kars ve İstanbul’a gitmiştik. İstanbul’da okumuş, orada talimterbiye gördükten sonra buraya gelmişti. Babam gençliğinde saatçilik ve
tornacılık yapmıştı. Öğrencilerini hem hafız yaptı, hem de sanat öğretip
meslek sahibi olmalarını sağladı. Öğrencilerinin bir kısmı Trabzon’da
terzi, bir kısmı kuyumcu, bir kısmı saatçi oldu. Babamın onlara vasiyeti,
“Mutlaka meslek sahibi olun, ama hafızlığı da mutlaka unutmayın, devamlı okuyun” şeklindeydi. Çok iyi öğrenciler yetiştirdi. Babamın talebesinin, talebesinin talebesi şu anda Kur’an Kursunun başında. Burayı
aydınlatan insanlardan bir tanesiydi. Dedem çok aydın bir insandı. Bir oğ-
lunu Fransa’da okutmuş, bir oğlu ressam, bir kızı (halam) öğretmen,
babam da Kur’an-ı Kerim öğretmeni olmuş. Böyle bir ailenin çocuklarıydık. İlkokul sıralarında ben Trabzon İdmanocağı’nın Hacıkasım’daki Ziya
Bey sahasında futbol oynamaya başladım. O zaman rahmetli Hocamız Sebahattin Canoğlu genç takıma çok önem verirdi. Galatasaraylı Aydın,
Necmi Perekli, Trabzonsporlu Hamdi, Rizesporlu Erbil… Bu şekilde 5 ki-
şilik bir takımımız vardı. Rahmetli İbrahim Hasanbaşoğlu (eczacı). Genç
takıma çok önem veren bir insandı. Biz o dönemde futbolla tanıştık. İdmanocağı da İdmangücü de çok iyi takımlardı. 1921’de kurulmalarına rağmen
bu takımların geçmişi Osmanlı’ya kadar gidiyordu. Yani 1908-1910’lara
kadar uzanan bir hikaye bu. Nitekim 1910’da kurulan İdmanyurdu takımı
Gazi Mustafa Kemal Atatürk’e bir telgraf çekip, ‘Bizim fahri başkanımız
olur musunuz?’ diyor. O da, kabul ediyor. Daha sonra Necmiati’nin fahri
başkanı İsmet Paşa, İdmanocağı’nın fahri başkanı Kazım Karabekir Paşa
oluyor. Trabzon’da aşağı-yukarı bu iş 100 yılı aşkın bir süredir devam ediyor denilebilir. Bizim kulübümüzde tiyatro vardı, klasik Türk musikisi,
Türk Halk Musikisi, güzel bir kütüphane vardı. Sebahattin abi karnelerimize bakar, iyiyse antrenmana alır, değilse ceza verir, “Gelmeyin” derdi.
Öyle bir kulüpte yetiştik biz.
O dönemlerde Trabzon’da Kavakmeydanı’nda 1958 yılında, İdmanocağı’nın Havagücü ile oynadığı maçı hatırlıyorum. Hatta kupa yarıdan ke
silmişti. Maç 0-0 berabere kalınca arkadaki sanat okulunda kupayı ortadan
böldüler. Türkiye’de amatör şampiyonasında ilk defa öyle bir şey olmuştu.
Yani iki tane birinci olmuştu. Ben o maçları tellerin arkasından izliyordum.
Hatta Havagücü’nün kalecisi de Halil abi idi. Sonra Halil abiyle Ankara’da
tanışma fırsatımız olmuştu. Bizim kalecimiz Hantal İbrahim’di. Rahmetli
Kenan İskender Bey ile çalışan meşhur kaleci Hantal İbrahim. O dönemde
İdmanocağı’nda oynayan insanlar bizim için idoldü. O zaman Ahmet Suat
Hoca da o maçta Havagücü’nde oynuyordu, daha sonra İdmanocağı’na
geldi. O dönemde kapalı tribünün ortasında sağda ve solda iki tane küçük
tribün vardı. Tam Avni Aker olmamıştı o zaman. Sağ tarafta İdmangüçlü-
ler, sol tarafta İdmanocaklılar.
Necmi Perekli’nin annesi Feriha Teyze, yine PTT’de Muzaffer abinin
hanımı maçlara gelirdi. Necmi’nin annesi o kadar meraklıydı ki, biz top
oynarken düşer bileklerimiz incindiğinde o bizi tedavi ederdi. İdmanocağı’nın çok güzel bir plağı vardı. Bir horoz ötüyor ve İdmanocağı onunla
sahaya çıkıyordu. O dönem 70 küsür defa yenilmeyen bir takımdı İdmanocağı. Amatör Türkiye Şampiyonası olmuştu, bizim için o dönem hep başarılı geçmiştir. O insanların birçoğu bugün hayatta. Onlarla hatıraları zaman
zaman yad ediyoruz.
Liseden sonra üniversiteye başladığımız zaman İdmanocağı’nda oynamaya başladık. Ahmet Suat Özyazıcı İdmanocağı’nda hem hocamız hem
de futbolcuydu. O takım daha sonra diğer kulüplerle birleşerek Trabzonspor oldu.
KURULUŞ AŞAMASI
Trabzonspor’un ilk rengi kırmızı-beyazdı. Orada İdmanocağı yoktu,
İdmangücü ve diğer takımlar vardı. Daha sonra İdmanocağı ile birleşip
bordo-mavi oldu. Trabzonspor’un ilk teknik direktörü Hayri Gür Hocamızdır. O, o kadar asil bir insandı ki Trabzon’da bizim hocaların hocası, beden
eğitimi öğretmeniydi. 1939 yılında Trabzon’a geldi. Babası Limni Belediye
Başkanıydı. İnanılmaz spor tutkunu bir insandı Trabzon Lisesi’ndeki öğ-
rencilerin hepsini sporla tanıştırdı, disiplinli bir insandı. İlk defa Trabzonspor’da ona, “Hocam sen antrenörlük yapacaksın” demişler. O da, “Bir
şartla olur, o da para almam” demiş. Para almadan bir yıl kırmızı-beyazlı
takımda antrenörlük yaptı. Hepimizde çok emeği var. Özellikle atletizme
çok önem verirdi. Dolayısıyla atletizm-futbol ilişkisi çok fazladır. Mesela
Galatasaray’a giden Ergun Gürsoy 100 metre Türkiye birincisiydi, o da
onun yetiştirdiği bir öğrenciydi. Daha sonra onun elinden çok oyuncu
geldi-gitti. Trabzon Lisesi’nde spora çok fazla önem verilirdi. Rahmetli
Kemal Ülker Hocamızın döneminde de İstanbul takımlarının isimleriyle
kulüpler kurulmuştu. Trabzon Lisesi amatör kümede oynuyordu o arada.
Garnizon takımı vardı. Trabzon Lisesi’ni bitiren öğrencilerin çoğu İstanbul’da okuyor, zaman zaman gelip burada top oynuyorlar, zaman zaman da
Adalet, Süleymaniye, Kasımpaşa gibi takımlarda oynuyorlardı. Bir kısmı
da Milli Takıma kadar yükselme başarısı göstermişti.
Hayri Gür Hocamızın bir özelliği vardı, kendisinden önce Trabzon Lisesinde hoca olan Hüseyin Avni Aker’in isminin buraya verilmesini istemiş
ve bildiğimiz Hüseyin Avni Aker ismi o şekilde verilmişti. “Benim ismimi
verin” diyebilirdi. Ama dedik ya, çok asil bir insandı. Oranın iyileştirilmesinde, toprağın tesfiyesinde bizzat da çalışmış.
Hüseyin Avni Aker Bey’i ben çok iyi tanımıyorum. Migonos deniliyormuş ona galiba. Bunun da bir hikayesi var tabi ki.
O bakımdan bizim yaşayan insanlara yaşarken de vefa göstermemiz
lazım. Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan Bey Trabzon’a bir maça
gelmişti. Maçta Hayri Gür Hocamızı görmüş ve elini öpmüştü. Hayri Gür
hocamızı son dönemlerde çok ziyaret ettim. Çok iyi ve dürüst bir insandı.
Bu memlekete Avni Aker’i tanıtan ve onu onore eden kişiydi. Ona da Allah
rahmet eylesin. Ben Gençlik ve Spordan Sorumlu Devlet Bakanı iken Trabzon’da yapılan Gençlik ve Avrupa Olimpiyatlarında salona Hayri Gür ismini verdik. Sonra öğrendik ki ismi Hayri değil Hayrettin Gür imiş.
Yolunuz Trabzonspor’la ne zaman kesişti?
Biz İdmanocağı’nda oynarken Avni Aker’de oynuyorduk, antrenmanları da orada yapabiliyorduk. Ama genelde sahilde koşardık. Sahil yolu

Trabzonspor anıları - Erman Toroğlu

 

Futbolculuğu döneminden başlayarak yolu sıkça Trabzon’a düşen Erman Toroğlu, Trabzonsporlu futbolcularla arkadaşlıklarını anlatırken o günleri bir kez daha andı. Hattâ öylesine güzel dostluklar vardı ki “Maç esnasında birbirimizi yerdik ama maç bitince Trabzonsporlu futbolcu arkadaşlar ‘Barbunları fırına verdik.’ derdi bana.” sözleriyle anlatıyor bu güzel dostlukları… Hakemlik yaptığı dönemde unutamadığı bir anısı var ki… Avni Aker’de Trabzonspor-Beşiktaş maçında çıkan
olaylar nedeniyle kendisinin görev yaptığını ve sahaya atılan yabancı
maddelerden dolayı da karşılaşmayı iptal ettiğini hiç unutamıyor. O günü
“Benlik bir şey yoktu ama kabak benim başıma patladı.” diye anlatıyor
Erman Toroğlu…
Erman Toroğlu’nun bir özelliği de Türkiye’de hem Millî Takım forması giyen hem de FIFA hakemi olan başka birisinin olmaması.
Erman Toroğlu, sözünü hiç kimseden, hiçbir ortamda esirgemedi.
Özellikle sivri açıklamaları ve ilginç benzetmeleriyle sık sık gündemde
yer alan bir isim oldu Erman Toroğlu...
Tarafsız ve başarılı yorumlarıyla her kesimin takdirini toplayan
Erman Toroğlu ile Trabzonspor ve Avni Aker’i konuştuk.
Sayın Toroğlu, bize öncelikle kendinizi anlatır mısınız? Futbolla
yolunuz nasıl kesişti?
1964-1980 yılları arasında -yaklaşık 16 sene- futbolculuk hayatım oldu. Hakemlik hayatım ise 9 sene
sürdü. Gazete ve televizyon işine girdim ve senelerdir
de o işi yapıyorum. Türkiye’de hem Millî Takım forması giyen hem de FIFA hakemi olan başka birisi yok.
Mahalle arasında biz de arkadaşlarla futbol oynuyorduk. Mahalleden futbolcuyuz, bir bakıma biz de mahalleden çıktık. Gençlerbirliği’nde oynayan bir abi beni
Gençlerbirliği’nin genç takımına götürdü. Oradan ilk
olarak 2. ligde Güneşspor’a, oradan da 1. ligdeki Ankaragücü’ne gittim. Ankaragücü’nde 9-10 yıl futbol oynadım. Oradan Mersin İdmanyurdu, sonra Ankara
Şekerspor derken futbolu bıraktım.
Avni Aker’le ne zaman tanıştınız?
1966-1967 olabilir. Üniversiteler Bayramı vardı.
Ve futbol turnuvası da o dönem Trabzon’da yapılı-
yordu. Ben o dönem hem okuduğum Ankara İktisadi
Ticari İlimler Akademisi’nin okul takımının hem de
Güneşspor’un oyuncusuydum. Trabzon’da hem Sebat’ın sahasında hem de
içeride maçlar yaptık. Avni Aker’e çıkışım ilk o olmuştu. O zaman Necmi
Perekli ile tanıştım. O beni evine götürdü… Annesi bize yemek yapmıştı.
Sonra Trabzon lige çıkınca ligde karşılaştık. Bu kez futbolcu olarak Avni
Aker’e gitmiştim. Eski takımdan Allah rahmet eylesin Bülent vardı, Kabak
Coşkun’un kardeşi, Ahmet Suat Özyazıcı ile karşı karşıya oynadım o
dönem. Onların son dönemi benim ilk zamanlarımdı ve henüz 17 yaşındaydım.
Hakem olarak da Avni Aker’de çokça anınız vardır…
Evet, Avni Aker’de çok anım vardı. Ali Kemal, Kadir zamanları bizim
dostluğumuz çok iyiydi. Maç yapardık. Top oynarken Bülent, “Barbunları
fırına verdim, maçtan sonra gideceğiz.” derdi. Havalimanının yanında bir
yer vardı, ağaçlık alan. Maçtan sonra orada gider rakı-balık yapardık. Ama
maç esnasında birbirimizi yerdik! Hakemlik dönemimde Avni Aker’de hatıralara kazınan en önemli anım, yarıda kalan Trabzonspor-Beşiktaş ma-
çıydı. Orada da maç öncesinde bazı söylemler olmuştu. Kabak bize patladı
ve maç yarıda kadı. Yardımcım Vahap Beyaz’ın iki defa kafası yarılmıştı.
Maç da o esnada 3-2 idi. Bir penaltı verdim, taraftar veremeyeceğimi zannetmişti ki tribünden taş yağıyordu. Şimdiki sistem olsa birinci olayda bı-
rakıp gideceksin. O zaman mümkün olduğu kadar masaya taşımayacaksın,
biz de taşımadık. Ama baktık ki dayanamadık, en son Beşiktaş’ın lehine
ikinci penaltıyı verdiğimde diğer yardımcımın kafasına sustalı attılar. Ka
fasının yanından yere saplandı. Sustalıyı aldım ve
maçı tatil ettim. Ondan
sonra Trabzon’da başıma
çok şeyler geldi.Bir de
Avni Aker’de yine hakem
olarak bir maça çıktım
ama bu olaylı maçtan önceydi. Sol açık İskender
oynuyordu, Şekerspor’da
beraber oynamıştık, bir
anlamda elimde büyüm-
üştü. Maça çıkıyoruz kaleci Şenol kaptan, beni
görmedi, İskender de görmedi. Trabzonspor 5-1 galipti. En son Diyarbakır’ın
kaptanı vardı -Allah rahmet eylesin- Erdoğan...
Bir karar için bayrağı kaldırdım-kaldırmadım derken bana küfretti. Ben de
bayrağı çekip hakemi ça-
ğırdım. “Ne oldu?” dedi. “Erdoğan’ı bir salla.” dedim. “Ne yaptı?” dedi.
“Sonra anlatırım.” dedim. Erdoğan’ı bir salladı. Maç bitti İskender o
zaman beni gördü, geldi öpüştük. Erdoğan, “Bu ne muhabbet, oyuncuhakem…” dedi. Aynı takımda oynadığımızı bilmiyordu tabii. Böyle anıları-
mız var.
Avni Aker deyince zihninizde neler uyandırıyor?
Avni Aker… Şehrin göbeğinde o stat enteresan. Girişi kolay, çıkışı da
kolay. Trabzon maçı alırsa daha rahat çıkıyorsun, alamazsa zor çıkıyorsun.
Böyle bir stat. Yani sihri olan bir stat! Trabzonspor orada çok büyük başarılar elde etti. Hem de hiç umulmayan şekilde… Trabzonspor 1971-1972
sezonunda 1. lige çıkmak için Ankara’da PTT ile oynayacaktı. Trabzon’dan ineğini satanlar, arabasını satanlar… Biz de Ankaragücü ile 3 gün
sonra kupa finali oynayacağız, stada giremedik, bizi sahanın içine aldılar, o
kadar kalabalık yani. 30 bin kişi içeride, 20 bin kişi dışarıda var. PTT maçı
aldı. Trabzonspor o sene bütün takımı lağvetti ve yeni bir takım kurdular.
İşte o 6 sene şampiyon olan takım o ikinci takım. Maç bittiğinde ben tribünlere baktım, stat ful Trabzonluydu, hepsi arkasını dönüp ağlıyordu. Ben
hayatımda öyle bir sahne nadir gördüm. Stattan çıkmıyorlardı da üstelik…
Sayın Toroğlu teşekkür ederiz.
Ben teşekkür ederim.

Trabzonspor'u sevmek Trabzon'u hissetmek

  Trabzon'u sevmek , fıkralarda okuduğumuz, şehir insanının sıcaklığını baz alacak olursak dahi çok kolay. Peki ama neden bu şehri sevme...